
Harvard Üniversitesi’nin mezunları tarafından düzenlenen Harvard GlobalWE Makale Yarışması’nda bu yıl birinci seçilen makalemin çevirisini sizlerle paylaşmak istedim:
El âlem ne der?
Size mantıklı gelmeyebilir ama Türk kadınının her gün katlanmak zorunda kaldığı yaygın bir tabirdir. Hatta bu tabir ile yaşamak zorunda hissediyorlar.
Kullandığımız dilin. içinde yaşadığımız toplumun bir yansıması olduğuna inanan biri olarak size etimolojik olarak bu tabiri açıklamak istiyorum.
El âlem. Arapça kökenli bir kelimedir ve “el” yabancı, “âlem” ise evren anlamına gelir. Bu iki kelime bir araya geldiğinde bildiklerimiz dışında her şey veya herkes anlamına gelir. “El âlem ne der?” “Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar bizim hakkımızda ne düşünürler?”
Komşuların, yabancıların, yoldan geçenlerin olası tepkilerinden kaynaklanan sürekli korku halidir. Otosansürün toplumsal olarak kabul edilen şeklidir.
Mahalle baskısı olarak da adlandırılan bu tabir sadece kadınlar için geçerli değildir. Ancak her zaman olduğu gibi genellikle toplumda kadınlar, isimsiz gangsterler tarafından yargılanmakta ve bunun bedelini ağır ödemektedirler. Erkekler ailelerinin şanını koruyabilmek için her şeyi yaparlar. Bu Namusunu temizlemek (!) adına işlenen kadın cinayetleri bu konudaki en acı örneklerdendir.
Namus cinayetleriyle birlikte birçok hayal, sahibine kavuşmayı bekleyen bir mezarlıkta diri diri gömülür.
Türk kadını günlük hayatın en basit ikilemlerinde bile bu yabancılar uğruna seçimler yapmak zorundadır. “Ne giyerim, nereye çıkarım, kimlerle çıkarım…” Hayatlarımız isimsiz gangsterler tarafından kontrol edilir.
Ama “Toplumsal olarak haklı” olmaya yönelik bu görünmez baskı bizi nereye götürdü?
72…
“Neyin 72’si?” Sorabilirsiniz.
Türkiye için 72, hem öldürülen kadın sayısı hem de yaşandığı gün sayısıdır.
72 günde 72 kadın… Çok sevdikleri, çok saygı duydukları, korktukları, bazen adını bile duymadıkları erkekler tarafından vahşice katledildiler.
Türkiye, çözüm aramak yerine, geçtiğimiz günlerde toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın cinayetleriyle mücadeleyi kapsayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Kadın erkek eşitliğinin hayalini kurarken, artık insan hakları düzenlemelerinin bile sınırlarına girmiş durumdayız.
Türkiye’de kadın hakları eşitliğinin sembolik yüzü olan Sevgi Soysal tarafından bildungsroman türünde kaleme alınan kadın karakter Tante Rosa’nın ironik öyküsünde kahramanın dünya için hayatını bir dizi kurala bağlamaması bunun en güzel örneğidir.
Hayatının tartışmalı kahramanı-antagonisti. Ve evet, tartışma el âlem tarafından teşvik ediliyor. Tante Rosa kitabı, Rosa’nın yaşamayı seçtiği yaşam tarzı nedeniyle uzun süre kamuoyunda tartışılmadı bile.
Rosa altı yaşındayken “at-akrobat” olmak istedi, üvey babası ona bir sirkte at gübresi aldırdı. Hayat dolu, hırslı, tutkulu bir genç kızken ilk erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğradı. “El âlem” onu onunla evlenmeye, on yıla yakın bir süre onunla yaşamaya zorladı, çünkü kocasını boşadığı takdirde kendisine “namussuz, vefasız, rezil” denilecekti.
Tante Rosa orta yaşlı bir kadınken geçimini sağlamak için iş bulmakta zorlanıyordu. Bir restoranın tuvalet bölümünden sorumlu kişi olarak çalışmaya karar verdi, müşterilerden para toplaması ve onları tuvaletlere yönlendirmesi gerekiyordu. Ama işinin ilk gününde bir adam kadınlar tuvaletini kullanmaya çalıştı. Rosa ona bunun erkekler için değil, kadınlar için olduğunu söyledi. Adam ona kaba bir tavırla şöyle dedi: “O zaman yanıldığımı kanıtla. Tuvaleti kullan.” Ama bu sözlerden sonra adamı tuvalete kilitledi. Onu orada bırakıp işini bıraktı. Maddi ihtiyacını düşünmeden, kadınlığından ödün vermeden.
Tante Rosa, toplum tarafından sürekli mücadele edilirken ve yıkılırken hayallerinden asla vazgeçmemenin ironik mücadelesini anlatıyor.
Bu onun hikayesi ama paylaşılacak başkaları da var. Yaşanacak olan daha pek çok hikaye ve daha pek çoğu kader denileni görünmez ama yıkıcı toplumsal baskının salt korkusu altında boğuşuyor.
Bana sorarsanız, Türkiye’de kadınların ve kızların karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ataerkil normlar tarafından kabul edilmeme korkusudur.
Kadınların kendileri için ve sadece kendileri için yaşadığı bir dünya hayal ediyorum. Bu kadın ve erkek arasında bir kavgası değildir. Erkeklerin de toplumsal baskıdan nasibini aldığını çok iyi biliyorum. Değişimin yolu eğitimden, zihniyetimizi değiştirmekten, bize kelimelerin gücünü öğretmekten ve hikayelerimizi paylaşmaktan geçer.