İYİLİK VE ENAYİLİK
Bu iki kavram arasında günümüzde artık çok ciddi bir biçimde bocalansa ve tercih yapmakta zorlanılsa da, iyilik enayilik olarak algılansa da, ısrarla iyilik üzerinde sörf yapmak bazı insanlar için bir hayat tarzı olmuştur. Bunun biraz daha değişik bir versiyonunu da şöyle söyleyebiliriz; insanların ve toplumun kötülüğüne olabilecek davranışlardan kaçmak bile, bir nevi iyilik olarak değerlendirilmelidir…
Kötülükler varsa demek ki insanlarda bir kötülük damarı var. Aynı şekilde de o zaman iyilik damarı da var. Var olduğuna göre, bizim bu damar üzerinden yürümemiz gerekiyor. Peki, bu nasıl olacak?
Toplumsal iyiliklerin, ferdi olarak başlamasıyla mümkün olabileceğini vurguluyor uzmanlar… Yani kişiler yaşam tarzlarını iyilik üzerine kuruyorlarsa, aynı toplumun dalga dalga iyilikler dünyasına dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu zaten Amerika’yı yeniden keşfetmek falan değil, iki kere ikinin dört etmesi gibi bir durum. İyilikler yaparak toplumu daha iyi hale getirebiliriz.
“Bütün bunlar çok güzel de günümüzde bu biraz zor değil mi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Elbette ki zor. Nasıl zor olmasın ki? Etrafımıza şöyle bir baktığımızda insanların nasıl bir hırs, kazanma azmi ve kusurlar içinde olduğunu çok rahat görebiliriz. Bütün bu gaile içinde hep iyilik psikolojisi ve zorlaması içinde olmak, hiç de kolay değil. Bu dünyanın yeni değerleri, insanları iyi olmaktan uzaklaştırıyor. Belki vicdan azabı bile çekiyoruz ama yine de o hasletlerden uzaklaşıyoruz. Kaybederim, geri kalırım, ENAYİ yerine konulurum gibi duygular belki de bizleri iyi olmaktan ve de iyi hareketlerden uzaklaştırıyor.
Eskiden insanlar daha mı iyiydi? O zamanlarda da vardı belki ama bugün kazanılacak veya kaybedilecek dünyevi değerler çok çok fazla. İşte bu da bugünkü bencilliği arttırarak, iyilik duygusundan insanları uzaklaştırıyor.
Bu konuda söylenmiş o kadar güzel sözler var ki, örneğin; “İyilik, insanlık sanatıdır.” Yani iyilik yapmak bir sanat yapmak olarak algılanıyor. Bu kadar önemsenmiş. Kendimizi, iyiliğe yöneltmek ve bu sanatı icra etmek için kendimizi azami ölçüde zorlamamız lazım diye düşünüyorum. Hele böylesi her şeyin birbirine karıştığı devirlerde…
İyi insan olmak, iyilik yapmak ve iyi bir topluma dönüşmek, kâmil insan olmaya doğru gitmek demek aslında… Peki, bu yolculuk nasıl olacak? Bu konuda kaleme alınmış güzel bir alıntı ile bitirmek istiyorum yazımı…
“Kâmil insan her yönüyle ideal ve örnek insandır.
Bilgisi, idraki ve aklı son derece gelişmiştir.
Tüm zincirlerinden kurtulmuş, tabularını yıkmıştır.
Hiç kimseyi aşağılamaz, insanlar arasında ayrım yapmaz.
Almadan verir, sevilmeden sever.
Boş konuşmaz, sözü öz ve gerçektir.
Eline, beline ve diline hâkimdir.
Sonsuz hoşgörü ve tevazu sahibidir.
İbadeti şekilde değil bilinçte ve yaşam tarzındadır.
Zenginlikten mağrur olmaz. Fakirlikten hicap duymaz.
Her nefes alışından mutluluk duyar.
Kâinatın ahengini her yerde, her şeyde ve her an gören, hisseden, yaşayan kişidir.
Ben’den ve bencillikten uzaktır. O nefsine değil, nefsi ona tutsaktır.
Cimrilik, hırs, haset, alay, kibir, yalan, riya, şehvet, şöhret, gaflet, gazap gibi çirkin karakterlerden kendini arındırmıştır.
İnsanlar arasında saygıyı, dostluğu ve dayanışmayı sağlamaya çabalar.
Her türlü şiddete, zulme ve işkenceye karşıdır.
Kul hakkının yenmesine, hırsızlığa, sömürüye karşı durur.
Barışı, adaleti, sevgiyi, mutluluk ve huzuru inşa için çalışır.
Önemsediklerinin en başında yaşama hakkı gelir.
Yaşayan her varlığa sevgi duyar.
Ölüm korkusunu yenmiştir, ölüme yeni bir yaşama geçiş gözüyle bakar.”