
Elimin uzanacağı yerde bir radyo vardı. Akşamları “Nihat’la Sivrisinek” dinlemek için aldığım güzel Çin malı bir radyoydu. Saat radyonun açılması gerektiğini söylüyordu. Radyoyu açtım henüz program başlamamıştı. Güzel ve yeni bir “Kurban” şarkısı çalıyordu. İşte tam o sırada mesaj sesi kulağımda çınladı. Hemen az doğrulup sehpaya ulaştım ve telefonumu elime aldım. Mesajı açtım.
“Son ekstre borcu 1,907TL olan kartınızın son ödeme tarihi çıkmaz ayın son perşembesidir. KATIRBANK TAŞ iyi günler diler” mesajını gördüm. İşte az önceki yıkım böyle bir şey, bilmem anlayabildiniz mi?
Resmen Salih ve Baroni bizden ayrılsa bu kadar darma duman olurdum. Bildiğin kalbimle oynuyordu “KATIRBANK TAŞ” denen Adam Smith’in ter kokusunu içinde barındıran kurum. Ardından bir mesaj sesi daha geldi.
“Saat sekizde Atatürk Anıtında buluşalım ? J” diye yanıt geldi.
Az önceki yanlış mesajın şokundaydım. Bu şoku atlatır atlatmaz, kendime geldim ve bu konuşmayı sürdürmeye devam ettim.
“Saat sekizde orada olacağım” diye mesajı yanıtladım ve gülücük de koymadım. Aklında şüphe kalsın diye. Beni bu kadar beklettiği için, böylece cezasını çekmiş olacaktı.
Sanki Aykut hoca vazgeçmiş ve takımın başına dönmüştü, o derece sevinmiştim. Sanki gidip yanına ne diyeceksem. “Olsun” dedim, “Olsun demek de zor artık” iken…
Elimde bir tek papatya ile devrimlerine büyük saygı kendisine büyük sevgi beslediğim Mustafa Kemal Atatürk’ün anıtının önündeydim. Saate baktım, sekize beş vardı. Çevreme baktım, benden başka kimse yoktu. Hava kararmaya başlamıştı. Bir an arkama döndüm. Simsiyah bir üst ve bembeyaz bir pantolon ile kocaman gözlerini parlata parlata geliyordun. O an oyuna yeni girmiş Salih gibiydim. Ancak onun gibi doğru işler yapabilirmiydim bilmiyorum. Şu ana kadar gayet iyiydim. Top alıyordum, çalım atıyordum, doğru pas verip, pres yapıyordum. Ancak onun o bitiriciliğine ulaşabileceğimi sanmasam da sen artık iyice yaklaşmıştın.
“Hoş.. hoş.. geldin” dedim.
“Hoşbuldum canım” dedin. “Canım” dedin ben yanlış duymadım değil mi?
Geldin beni öptün ve gözlerin elime dikildi. Ben o an elimde bir papatya olduğunu çoktan unutmuştum. Yine karşısında aptalca bir haldeydim. Bundan hoşlandığını düşünüyorum. Bu aptallıktan kim hoşlanmaz. Ama acilen toparlamalıydım.
Salih’in kaybettiği topa Baroni baskı yapıp aldı ve hiç bekletmeden topu Kuyt’a gönderdi. Aykut hoca dikkatle oyunu izliyordu. Kuyt sıfıra inmek yerine ceza sahasına paralel bir pas gönderdi. Sow oradaydı. Salih az önce yaptığı hatayı telafi etmek için o bölge doğru koştu. Sow topu kontrol etmek üzereyken araya rakip girdi.
Elimdeki papatyayı sana doğru uzattım.
“Bir çiçek ne kadar güzel olursa olsun, senin yanında kendini hep böyle çirkin hissedecek…”
dedim. Gözlerimin içine baktın. Gülümsedin. Parlayan gözlerin, gözümü alıyordu. O an gözüne fener tutulmuş bir tavşandan farkım yoktu.
Yanıma geldin, koluma girdin ve anıttan sahile doğru sessizce yürümeye başladık.
Araya giren rakip topu uzaklaştırmak üzereyken Salih bir presle topu çaldı ve hiç bekletmeden topa düzgünce vurdu. Cezalıydık, seyirci yoktu ama biz milyonlarca yürek oradaydık. Salih’in o düzgün vuruşu kalecinin sağından ağlarla buluştu. Salih hiç bekletmeden Aykut hocasına koştu. Aykut hoca yine gülüyordu.
Baktım başın omzumdaydı, yürüyorduk…
2.Bölüm Sonu.