
Aykut hoca gerçekten takımın başından ayrılmıştı. Takımın başına kimin geçeceği konuşuluyordu. Takım Avrupa’dan da yine menedilmişti ve moraller iyice bozuktu.
Seninle tanışmasına tanışmıştık ama normal olarak bana karşı önyargılıydın. Bundan dolayı da aramızda hiçbir şey olmuyordu. Birkaç mesajlaşma dışında da pek görüşmemiştik. Her cümleye “seni özledim” diye başlamam gerekiyordu ama bir türlü yapamıyordum. Bu durumdan da oldukça rahatsızdım. Hiç böyle hayal etmemiştim, tıpkı Fenerbahçe’min şu anki halini hayal etmediğim gibi. Amsterdam yollarından menedilmeye, gazoz kapaklarım aracılığı ile tanıştığım senden yalnızca bir kaç radyasyonlu cep telefonu mesajına giden karamsar bir yoldu bu. Bir yokoluş mesaisi içindeydik ve artık bazı şeylere tahammülüm yoktu. Zaten dünya uzun zamandır güzel bir yer değildi bir de daha da pisletiyorduk üstüne üstlük…
O sırada telefonumdan gelen bir mesaj sesi duyuldu.
“Naber” yazıyordu. Senden geliyordu.
“İyilik, senden naber” diye yanıt verdim. Bir süre sessizlik oluştu. Başka mesaj gelmeyecekti, çünkü genelde böyle oluyordu. En fazla “bende iyiyim” der bırakırdın. Ki zaten bende o mesajı bekliyordum.
“İyiyim bende” diye ekranda belirdi mesaj.
Kocaman gözleri, açtığı zaman güzel olan saçlarına bakıp yüz yüze konuşmak varken, bir de hep merak etmişimdir, bu gülücük ne anlama geliyor.
“Merak ediyorum, ne zaman birlikte bir bardak çay içeceğiz” yazdım ardına da yapıştırdım gülücüğü hem de çiftli.
18 maçta 17 galibiyet alan Aykut Kocaman’ın Fenerbahçesi gibi özgüven yüklüydüm. Son dakikaya kadar savaşıyordum. Geri düşüyordum, maçı çevirmek için elimden geleni yapıyordum. Kaybetmeyi asla aklımdan geçirmiyordum.
Su ısıtıcısının az önce düğmesine basmıştım. Düğmenin pıt diye attığını duyunca irkildim. Sanki mesaj sesi gelmiş gibi sevindim. O ara kahve yapmak için yavaşça mutfağa doğru gittim. Kahvemi yaptım ama kulağım telefonumdaydı. O kadar mesafeden duymayabilirdim. İçeriye geçtim. Kahvemi sehpaya bırakıp koltuğa uzandım. Elime telefonu aldım. Yanda ekranı açan tuşa dokunduğumda mesaj gelmediğini gördüm. Birkaç kez açtım kapattım ekranı. Tuşa bastım bastım, geri çektim. Hayır mesaj gelmiyordu. Karşımda duran televizyonun kumandası yamacımdaydı. Düğmesine bastım ve spor haberlerinin çoğunlukta olduğu kanalı açtım. Spor haberlerinde tek merak ettiğim, Aykut hocanın yerine kimin geleceğiydi. Bu konu ile ilgili bir sürü spekülasyon vardı ancak ilk aday Ersun Yanal’dı. O an telefonumun ekranında bir mesaj belirdi.
“Niye bir bardak içiyoruz, iki bardak içelim üç gülücük ile gelen bu mesaj beni güldürmüştü. Hiç durmadan bende hemen yanıtla tuşuna bastım ve;
“Peki, ne zaman içiyoruz?”
Yine beklemeye başladım. Ben anında yanıt versem de senden yanıt çok sonra geliyordu. Bu durum sanırım erkeklerde sık rastlanılan bir durumdur ya da bende öyle.
Spor haberlerini izleyip kahvemi yudumluyordum. Ayaklarımı olabildiğine uzatmış, eğer bu akşam içelim derse başkasına bir söz verdim mi diye aklımdan geçiriyordum. Aklın yolu kaç bilmiyorum ama bugün çıkalım diyeceğini sanmıyorum.
Uzun süre televizyona baktım. Aptal kutusu dedikleri kadar var, resmen beynimin uyuşmaya başladığını hissettim. Kutuyu kapattım ve tavana bakarak gelecek mesaj sesini beklemeye başladım. Senden yanıt o kadar geç geliyordu ki, ben bu duruma birkaç gün içinde oldukça alışmıştım. Kulağım sürekli telefonda oluyordu. Arada kampanya mesajları filan geliyordu, işte o benim için en acıklı andı. Bir süre bekledikten sonra, artık mesaj gelir dediğim anlarda mesaj sesi geliyordu. Ancak açtığımda karşımda bir pizza markası ya da ödül kazandınız mesajı ile karşı karşıya kalıyordum. Tarifsiz bir acıdır, yaşayanlar bilir…
– Devam edecek –