
Gerçi düşünecek bir hali var mıydı, şu an ne durumdalar bilmiyorum. Ben yavaş ve sessiz adımlarla dışarıya attım kendimi. Kapının önünde duran banklara oturdum, telefonumun sesini açtım. Halam arıyordu.
“Erdal!”
“Hala!”
“Baban nasıl oğlum?”
“İyi hala uyandı, şimdi yanından çıktım.”
Halamdan bir çığlık sesi yükseldi. Ne kadar da telaşe müdürü bir kadındı.
“Sende perişan oldun oğlum, ben geleyim de sende dinlen.”
“Hala ben iyiyim, sen şimdi gelme öğleden sonra gelirsin”
“Emin misin? Dünden beri hastanedesin oğlum.”
“Önemli değil, sen amcamı ara da haber ver o da acele etmesin.”
“Tamam, ararım ama öğleden sonra gelirim bak engel olamazsın.”
“Tamam, Halacığım, tamam.”
Telefonu kapattıktan sonra kafamı servisin kapısına çevirdim ki Berna karşımdaydı. Yüzünde güller açıyordu benim küçük suratlımın.
“Nasıl annen?” diye sordum hemen.
“İyi gözüküyor ama öğleden sonra bir kere daha girebilirsiniz dedi doktor. Burada beklemenize gerek yok dedi.”
“Halamda geleyim diye tutturdu.”
“Baban nasıl sahi?”
“İyi görünüyor, doktor da iyi diyor.”
“Baban dudak okuma biliyor değil mi? Ondan öyle konuştun onunla.”
“Unutmamışsın.”
“Unutmadım…”
Ona o kadar sarılmak, onu o kadar çok öpmek istiyorum ki kendimi çok zor tutuyorum. Telefonu çaldı ve az ileri uzaklaşıp telefonuyla konuşmaya başladı. Başta dinlemedim ama sonra merak ettim kiminle konuştuğunu. Hafif yaklaştım ama duymaktan korktuğum bazı şeyler vardı. Yine de cesaretle yaklaştım. Yanına yaklaşınca anladım ki teyzesiyle konuşuyordu. Nasıl bir rahatlama yaşadım, bilemezsiniz ama anlarsınız…
Ona hissettirmeden uzaklaştım ve bankoya oturdum. Telefon görüşmesini bitirdi, yavaş yavaş yanıma geldi.
“Teyzem aynı halan gibi gelmek istiyor. Öğleden sonra gel dedim bende.”
“İyi yapmışsın. Gidip kahve içelim mi?”
“Olur, içelim, sigara da içeriz hem kafamız yerine gelir.”
Gülümsedim, kalkıp yerimden bizi çıkışa götürecek merdivenlere doğru yürüdük. Zaman ne kadar önemli bir şey biliyorum ama onun yanında zaman yalnızca gereksiz bir ayrıntı o kadar…
Kantinde oturmuş pet bardakta kahvelerimizi içiyorduk. İyi haberler almıştık, güzel bir gece geçirmiştik ve artık karşı karşıya daha huzurluyduk. Tek derdimiz yorgunluktu. 35 yaş öyle bir yaş ki, özellikle bizim çağımızda insan kendini yaşlanmaya başlamış hissedebiliyor. Oysa bizim yaşımız öyle çok büyük bir yaş değil, Orhan Veli’yi saymazsak…
Berna’nın en son hatırladığım hali ile şu karşımda duran hali arasında değişmeyen en önemli şey de anlarının birbirine tutmaması. Dakikalar içinde enerjik bir insandan durağan bir insana dönebiliyor. Suratında o durgunluğu net bir şekilde görebiliyorum. Konuşmanın geri kalanı için ise hiçbir tahminim yoktu. Zaten herhangi bir kadınla konuşurken konuşmanın nereye gideceğini öyle her erkek kolay kolay kestiremez. Eğer hazırlıklı değilse bir sürpriz ile karşılaşması muhtemeldir.
“Bir gece fuarda oturup çekirdek çitliyorduk, bana orada bir şiir okumuştun hatırlıyor musun?”
Hatırlamaz olur muyum? O zamanlar fuarımız vardı, ağaçlarımızın büyük bir kısmı yerli yerindeydi, açık hava tiyatromuz yıkılmamıştı, onlarca çay bahçesi yıkılmamıştı, sergiler yasaklanmamıştı, barlar, restoranlar kapatılmamıştı… Kısacası Balıkesirlilerin tek eğlence yeri yerle bir edilmemişti.
“Hatırlıyorum, hiç unutmadım zaten,” dedim.
“Okur musun tekrar,” dedi.
O ne istedi de yapmadım bugüne kadar, tabii ki okurum. Aklımda son bölümü kalmıştı şiirin, biliyorum zaten en çok da o bölümünü seviyor. – DEVAM EDECEK –