
Arabayı bu Osmanlı’dan kalma kalenin dibine park ettim. Deniz ile birlikte arabadan indik. Kalenin önünde banklar vardı. Bankların birinde ise oturan genç bir kadın gördüm. Kadının bir şapkası kocaman gözleri vardı. Elinde ise siyah bir çift eldiven. Sonunda eski sevgiliyi bulmuştum. Kadın uzun uzun boğaza bakıyordu ve çok hüzünlüydü. Deniz’e arabanın başında kalmasını söyleyip yanına doğru gittim. Bankın yanına yaklaştım. Beni fark etmemişti bile. Geçip yanına oturdum, hiç itiraz etmedi.
“Onun katilini sen mi arıyorsun” dedi. Açıkçası şaşkındım. Polis olduğumu nereden anlamıştı. Ayağımda kot pantolon, saç sakal birbirine karışmış, hafif buruşuk bir gömlek…
“Biliyor musun o da gömleğinin yakasını ütüleyemezdi. Hep kıvrık kalırdı uçları. Ben ona dikkat etmezdim ama sürekli bunun için özür dilerdi. Onu kim öldürmüş olabilir ki… O dünyanın en iyi insanıydı. O kimseye kötülük yapamazdı…”
“Peki sen niye ondan ayrıldın?”
Elindeki eldivenlere gözüm takılmıştı. Hava eldiven takılacak bir hava değildi. Sorumun üstüne ellerini gösterdi.
“Kusura bakma ellerimin güneş görmesi yasak. Yıllar önce melenom geçirdim, yani türkçesi cilt kanseri. O yüzden bu eldivenleri ışıkta çıkaramıyorum. Ona gelince bana büyük bir sevinç bahşetti. Hayatımda görmediğim bir sevgiyi gördüm ondan. Ancak bunu ona yapmaya hakkım yoktu. Elini tutabileceği birini sevebilirdi. Hem zaten bu mutluluğumuz uzun sürmeyecekti, tadında bırakmak da en iyisiydi.”
Ona söyleyecek hiç bir şey bulamadım. Ancak maktülü hala sevdiği ortadaydı.
“Senden sonraki sevgilisinin kim olduğunu biliyor musun?”
“Bilseydim şu ana kadar söylerdim. Onu öldürenin bir kadın olma ihtimali yok. Hiçbir kadın onu öldürmez. Çünkü hiçbir kadın başka bir erkekten ondan aldığı sevgiyi alamaz. O kadınla ilgili bir adam bulmalısınız bence, gerçi işinize karışmak istemem. Çünkü beni bu kadar çabuk bulduğunuza gore üstelik burada, iyi bir polissiniz.”
Ayağa kalktım göz göze geldik. Başımı öne eğdim ve arabaya doğru yürümeye başladım. Deniz beni arabanın önünde bekliyordu. Bu kez şoför koltuğuna değil yan koltuğa oturdum. Deniz biraz garipsedi ama geçip arabayı çalıştırdı. Şu an nereye gideceğimizi bilmiyordum. O kadını nasıl bulacağımı da bilmiyordum. Merkeze gidip kağıtları okumaya devam etmeliydim. Bunca yazılmış şeyden, istediğim şeyi çıkarabilirdim.
***
Gece saat ikiye yaklaşmıştı ve hala maktülün yazdıklarını okuyordum. Birbirine benzeyen ve aradığım kadına yazdığını düşündüğüm onlarca kağıt vardı. Ancak bir ipucu bulamamıştım. Elinde kahve fincanı ile odaya Burçin girdi. Kahve fincanını önüme bıraktı ve karşıma geçip oturdu. Dalgalı kızıl saçlarını saç tokası ile kuyruk yapmıştı. Yorgun görünüyordu, tıpkı benim gibi.
“Eski sevgilisini yeni sevgilisinden çok seviyor değil mi?”
“Sanırım. Ama bu yenisinin ona acı çektirmesinden kaynaklanıyor olabilir. Sanırım kadının hayatında başka biri var.”
“Kim acaba amirim. Kim böyle bir adamı öldürmek ister ki. Beni aldatsa bile aklımdan geçmez böyle bir adamı öldürmek.”
“Bilmem kadın olan sensin. O yüzden sen daha iyi anlayabilirsin.”
“Anlayamam amirim. Keşke anlayabilseydim.”
Burçin’in uzun uzun yazılara baktığını gördüm. Hepsini okumuş olmalıydı ve uzun süredir de bunlara bakıyormuş gibiydi.
“Mermiyle ilgili bir gelişme var mı?” diye sordum. Bir süre sorduğum soruyu anlamadı. Daha sonra gözlerini bana çevirdi ve gözlerimin içine baktı.
“Geldi amirim bildiğimiz Altıpatlar.”
“Tam tahmin ettiğim gibi.”
“Kahve ister misiniz?”
“İyi olur”
Burçin masadan kalktı ama sürekli gözü kağıtlardaydı. Odadan çıkana kadar dönüp dönüp baktı. Baktığı kağıdın hangisi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Masanın köşesinde arkası çevrilmiş bir kağıda baktığını fark ettim. Kağıdı çevirip okumaya başladım. – DEVAM EDECEK –