
Sen beni bilirsin, pek sevmem otogarları… Otogarların o 40 derece sıcakta bile insanı üşüten soğukluğunu bilirsin, şöyle güzel demli bir çay bile bulamazsın buralarda… karbonat ve sıcak su arasına sıkışmış bir kaç çay tanesi, o kadar…
Şu otogarlara zamanında senin için düşseydim, belki de bu kadar kimsesiz kalmazdım…
Saati gelip otobüsüme bindiğimde, bir an önce hareket etmesini isterim. Bindikten sonra kaç saat sürdüğünün bir önemi yok benim için, varılacak yer o puslu, o esareti içinde saklamış şehir ise…
Beni o şehre taşıyacak otobüs şehirleri, başka otogarları, zorunlu ihtiyaç molalarını geçti ve yolun sonunda benim ineceğim otogara geldi. Beni dışarıya attı ve yeni serüvenlere doğru yola çıktı.
Sabahın en güzel saatinde indim, bu içinde hiç mavi olmayan şehre… Bilirsin maviyi çok severim, bilirim sende çok severdin. Geniş zaman kipiyle kendimi, geçmiş zaman kipiyle seni yazdığım için kusuruma bakma, bu benim tercihim değildi. Belki hala daha seviyorsundur maviyi lakin bunu ben artık bilmiyorum. Geçen her saniye benden uzaklaşıyor olma fikrin korkutucu, bunu ayırt etmek ise bir felaket…
Hemen aklıma bir şiir geldi, nereden esti bilmiyorum fakat geldi…
Daha nen olayım isterdin,
Onursuzunum senin!
Evet, Cemal Süreya, çok severim. Evet, sen hiç sevmezsin. Belki de kendime bu kadar benzetmemi içine sindiremedin. Sorumlusu ben değilim, beni sen bu hale getirdin. Bir imkansızı sevmeyi sen bana öğrettin…
Belediye otobüsüne binip evime doğru yola çıktım. Elimde bavulum, kafamı otobüsün camına yaslayıp yol boyu gittim. Otobüs evimin olduğu sokakta durdu, kapı açıldı ve kendimi kaldırıma attım. Güneşin doğum sancılarını andıran kuş sesleriyle birlikte evime doğru bavulumu sürükledim. Yine kapıyı anahtarla açıp içeriye girdim, hızla gidip yalnızlığımı bölecek olan radyoyu açtım. Mutfağa geçip kendime sallama bir çay demledim. Müzik ruhun gıdasıdır derler, peki böylesine aç bir ruhu kaç şarkı doyurabilir…
Çayımı yudumlarken arkama yaslanıp, gözlerimi kapanmaya zorlayan uykumu açmaya çalışıyorken;
Seni sevmeyi sevmiyorum
Acımı bu kadar anlamazken
Seni sevmeyi sevmiyorum
Çık içimden lütfen!
Yaşar böyle haykırdı, radyodan. Feryadını bende kendi yüreğimde hissettim. Sanki sözlerini ben yazmıştım, bu acı dolu şarkının. Bir bulmacanın parçalarını birleştirir gibi birleştirdim onun acısını kendi içimde. Aynıydı işte, hiçbir farkı yoktu. Yalnızlık bir kişinin çoğul olamamasıymış tekrar anladım. Ne uzak yolculuklar, ne kalabalık şehirler, ne geçici tanış olunan insanlar bir şey değiştirmiyor.
Yarım bırakıp sallama çayımı, kendimi yatağıma attım. Gözlerimi kapatmadan önce yalvardım Tanrı’ya, girme rüyalarıma diye…
Sen rüyama girince ben, ben gibi olmuyorum. Ayaklarım sana gidiyor, aklım yerinde kalmıyor.
Gözlerimi kapatmadan önce odamın tavanına uzun uzun baktım. Şarkının aklımda kalan bölümünü mırıldandım. En vurucu yeri dilime dolanmıştı, sayıklaya sayıklaya kapattım gözleri;
Seni sevmeyi sevmiyorum
Çık içimden lütfen!