
“Erdal, Saat 12.50’de var bir tane Berna isimli yolcu bir tane de 14.45’te var ama o işine yaramaz. Araba kalkmış olabilir fakat çok uzaklaşmamıştır, firma adı Pamukkale, plakası 35 PT 233.”
“Sağ ol kardeşim benim, görüşürüz.”
“Rica ederim kardeşim, kendine iyi bak.”
Telefonu kapattım ve tüm dikkatimi yola vererek yoluma devam ettim. O sırada arabanın içini bir Metallica şarkısı doldurmaya başladı. Hayatımın şarkısı “Fade to black” hayatımın en önemli gününde çalmaya başlıyordu.
Life it seems, will fade away
Drifting further every day
Getting lost within myself
Terminalin çıkışından İzmir yoluna giden yere saptım. Artık tek amacım o otobüsü bulmaktı ne hız ibresine ne de devir ibresine bakmadım beşinci viteste ilk ve son sevdamın peşinden koşuyordum. Beynimdeki savaşta koşullar eşitlenmiş, savaşacak birimler eşit koşullar altında karşılıklı konuşlanmışlardı. Artık bu savaşı başlatmak ve kazanmak için bütün koşullar olgunlaşmıştı. Hızımı iyice arttırıp sol şeritten gözümü yola dikmiş bir şekilde hızlandım. Şarkının bana verdiği gaz zaten yetiyordu. Daha önce de bir otobüsün peşinden koşmuştum ve yakalamıştım ama onu durduramamıştım. Bu kez durdurmak için haklı sebeplerim vardı ama onun tek bir haklı sebebi yoktu. Dün gece sarılarak uyuduğum kadın o değil miydi? Hayal görmemiştim, her şeyin gün gibi gerçek olduğundan son derece emindim… Yaklaşık beş dakika sonra önümde seyir eden Pamukkale firmasını gördüm. Yaklaşınca plakasına baktım ve plaka tutuyordu. Selektör yakarak arkasına yanaştım. Bir aksiyon filmi sahnesini yaşarken şarkının efsanevi gitar solosu da arabamın içinde yankılanıyordu. Sol sinyalimi çakıp kornaya basarak önüne kırmak için hızlandım, otobüs yavaşlamaya başladı. Arabayı yüz metre ileride durdurdum, otobüs yavaşlayıp durdu. Arabadan indim otobüse doğru yürümeye başladım. O sırada bütün yolcular ayaklanmış beni izliyorlardı. Şoförün bana attığı şaşkın ve kızgın bakışların arasında arka kapı açıldı ve bir süre sonra Berna yavaş yavaş aşağıya indi. Hızlı ve kızgın adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Berna’nın yüzündeki mahcubiyeti görüyordum. Yolcular hala bizi izlemekteydi ama hiçbiri şu an umurumun kıyısında bile değildi. Berna ile yüz yüze geldik.
“Nereye gidiyorsun, yine?”
“Özür dilerim Erdal, özür dilerim.”
Ellerimle suratını havaya kaldırdım. Çok sinirliydim ve hayal kırıklığı içerisindeydim.
“Berna bana bunu yapmaya ne hakkın var, özür dileme bana bir açıklama yap.”
Berna konuşmuyordu, konuşmaması iyice sinirimi bozuyordu.
“Erdal,” dedi, sözünü kestim.
“Erdal deyip durma bana bir şey söyle, söyle artık Berna!” sesim oldukça yüksek çıkıyordu ama kendimi bir türlü kontrol edemiyordum. Canım çok yanıyordu…
“Erdal ben…” dedi ve yüzünü yeniden yere eğdi, gelecek şeyden korkuyordum fakat duymak zorundaydım…
“Ben, ben evliyim Erdal…”
Savaşın tam ortasında açık hedef gibi kalakaldım, ne beni koruyacak bir askerim vardı ne de kaçıp saklanabileceğim bir yer. Bir serseri kurşun geldi, kalbimi delip geçti… – BİTTİ –