
Deprem kuşağında yaşayan toplumların en büyük travması ve aynı zamanda en büyük beklentisi: Depremin önceden bilinmesi.
Her büyük sarsıntının ardından ekranlarda beliren grafikler, sosyal medyada paylaşılan "bulut fotoğrafları" veya atmosferik verilerle yapılan analizler, kafaları karıştırmaya devam ediyor. Peki, sensörlerden elektromanyetik alanlara, hayvan davranışlarından gökyüzü olaylarına kadar uzanan bu iddialar silsilesi ne kadar gerçek?
Eğer depremi önceden bilmek mümkün olsaydı, trilyonlarca dolarlık ekonomileri ve milyonlarca hayatı yöneten devletler bunu neden kullanmasın?
İşte bilimin, spekülasyonun ve gerçeklerin kesiştiği nokta.
Kestirim ve Tahmin Arasındaki Kritik Fark
Bilim dünyasında bu konuda çok kesin bir çizgi vardır.
Tahmin (Forecasting): "Önümüzdeki 30 yıl içinde, bu fay hattında 7 üzeri büyüklüğünde bir deprem olma olasılığı %65'tir" demektir. Bu bilimseldir, istatistiki veriye ve tarihsel döngülere dayanır.
Kestirim (Prediction): "Yarın saat 15:30'da, Balıkesir merkezde 6.8 büyüklüğünde deprem olacak" demektir. Şu anki bilimsel ve teknolojik imkanlarla bunu söylemek imkansızdır.
İyonosfer ve Elektromanyetizma: Bilim mi, Tesadüf mü?
Son yıllarda en popüler yaklaşımlardan biri, deprem öncesinde yerkabuğundaki (litosfer) gerilimin, atmosferi ve hatta iyonosferi (atmosferin elektrik yüklü katmanı) etkilediği teorisidir.
Bilimsel Temel: Kayaçların üzerindeki aşırı basıncın piezoelektrik etkiler veya radon gazı çıkışları yoluyla elektromanyetik anomaliler yaratabileceği, bilimsel olarak araştırılan bir konudur.
Sorun Nerede?: Bu anomaliler her depremden önce gerçekleşmez ve her anomali bir depremle sonuçlanmaz. Güneş patlamaları veya basit meteorolojik olaylar da benzer sinyaller üretebilir. Yani bu verilerle "kesin uyarı" yapmak, sürekli "yangın var" diye bağıran bozuk bir alarm sistemine güvenmek gibidir.
Bulutlar, Işıklar ve Hayvanlar
Halk arasında en yaygın inanışlar; deprem bulutları, gökyüzünde beliren ışıklar ve hayvanların huzursuzluğudur.
Deprem Işıkları : Nadir de olsa büyük depremler sırasında veya hemen öncesinde piezoelektrik yük boşalması sonucu ışımalar görülebildiği literatüre girmiştir. Ancak bu, deprem anına çok yakın gerçekleşir ve bir erken uyarı sistemi olarak kullanılamaz.
Bulutlar ve Hayvanlar: Bu konudaki veriler tamamen "anekdot" niteliğindedir. Bilimsel bir tutarlılığı yoktur. Binlerce kez havlayan köpekten sadece biri depreme denk geldiğinde, algıda seçicilik devreye girer.
Devletler Bilseydi Kullanmaz mıydı?
Konunun en can alıcı noktası, basit bir mantık testinde yatmaktadır. Depremler, ülkeler için sadece can kaybı değil, devasa bir ekonomik yıkımdır (Örn: 6 Şubat depremlerinin Türkiye ekonomisine maliyeti 100 milyar doların üzerindedir).
Eğer dünyada depremi günler öncesinden haber veren gizli bir teknoloji veya bilimsel bir yöntem olsaydı;
Sigorta şirketleri bunu ilk satın alanlar olurdu.
Devletler, milyarlarca dolarlık yeniden inşa maliyetinden kurtulmak için bu sisteme servet öderdi.
Borsalar ve piyasalar buna göre şekillenirdi.
Şu an Japonya, ABD ve Türkiye gibi ülkelerin kullandığı tek geçerli teknoloji **"Erken Uyarı Sistemi"**dir. Bu sistem, depremi önceden tahmin etmez; deprem olduktan sonra yıkıcı dalgalar (S dalgaları) bize ulaşmadan saniyeler önce (5-30 saniye arası) sistemi kapatmamıza yarar. Ötesi şu an için bilim kurgudur.
Korku Pazarlaması mı, Bilimsel Çaba mı?
Sosyal medyada, hiçbir akademik sorumluluğu olmadan "Ben demiştim" diyebilmek için her gün farklı koordinat veren hesaplar, aslında bir tür "reyting" çalışması yürütmektedir. Bilim, şüphecidir ve ispat ister. İspatlanmamış bir bilgiyi "kesin bilgi" gibi yaymak, en az depremin kendisi kadar tehlikeli bir panik ortamı yaratır.
Bize düşen; mucizevi bir "tarih" beklemek değil, binalarımızı bilim ve mühendislik kurallarına göre inşa etmek ve hazırlıklı olmaktır. Çünkü doğa, takvim yaprağına göre değil, fizik kurallarına göre hareket eder.

