
ÖZEL HABER - Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Haydar Altıntaş, ekonomik krizi değerlendirdi. Altıntaş, “Kriz, sayılardan ibaret değildir. Uzun yıllar süren artçı dalgaları vardır. Şiddeti ve sonuçları önlem alınmazsa artarak devam eder. Sosyal bir felakettir. İnsanlık dramıdır” dedi.
Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Haydar Altıntaş, ekonomik krizi değerlendirdi. Altıntaş, dünyanın büyük bir yıkım yaşadığını belirterek, dünyadaki ekonomik ve siyasi dip dalganın Covid ile birleşince yeni bir dünya düzeni kurulmaya başlandığını, aynı milattan önce, milattan sonra gibi korona’dan önce korona’dan sonra da denilebileceğini söyledi. Altıntaş, “Kriz, sayılardan ibaret değildir. Uzun yıllar süren artçı dalgaları vardır. Şiddeti ve sonuçları “önlem alınmazsa” artarak devam eder. Sosyal bir felakettir. İnsanlık dramıdır” dedi.
“Kriz, gençlerin hayat kurma hakkını elinden alır”
Krizin, tesirlerinin yıllarca süren bir insanlık travması olduğunu, en önemlisinin de kayıp bir nesil olduğunu kaydeden Altıntaş, “Kriz, gençlerin hayat kurma hakkını elinden alır, ufkunu daraltır. Onlara bir gelecek vaat etmeyen ülkelerine bağlılıklarını azaltır. Kapanan iş yerlerini, işsiz kalan işçiyi, işini kaybeden esnaf ve çiftçiyi, ekmek bulamayan elektrik su faturalarını ödeyemeyen insanları anlamalı ve onların derdini çözmeliyiz. Yarının risklerini görmek, bu riskleri yönetecek programlar için bilgiyi ve ekipleri hazırlamak gerekir. Her insanın doğuştan gelen hakları vardır. Bunların en temeli yaşama hakkıdır. Korkusuz yaşama hakkı, hem hür hem karnı tok hem de gelecek korkusu duymadan yaşama insanın hakkıdır. Ekmek, elektrik, gaz aynı hava gibi, su gibi çağımız insanının hakkıdır. Yapılan düzenlemeler, millet adına yöneticilerin yaptığı bir fedakarlık değildir” diye konuştu.
“Türkiye, bu ekonomik modelle hayatını sürdüremez”
Türkiye’nin, bu ekonomik modelle hayatını sürdüremeyeceğini belirten Altıntaş, açıklamasına şöyle devam etti:
“Bu ekonomik model sabun köpüğü üzerinde kayık yüzdürmek gibidir. Yapay formüllerle ekonomiye nefes aldırıp seçim kazanmaya çalışmak “eti için bülbül kesmek” gibidir. Türkiye bir ithalat cennetidir, ithalat yapmadan ihracat yapamaz. İhracatımızın yaklaşık yüzde yetmişini ithal hammadde ve ara mallar oluşturmaktadır. Türkiye’nin iki parası var: Lira ve döviz. Ülke lira kazanır, döviz harcar. Ülke lira kazanır, döviz biriktirir. 2008 krizi sonrası doğru tedbirler almak yerine düşük kur, yüksek faiz modeliyle Türkiye bir ithalat ve sıcak para cenneti haline getirilmiştir. Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği müzakereleri başladığında, AB tarım faslını görüşmelere açmak için Türkiye’nin yirmi bin ton kırmızı et ithalatı yapmasını şart koşmuştur. Ancak hayvancılığımıza zarar verir endişesiyle bu ithalata izin verilmemiştir. 2010 yılında ise Türkiye’de kurban kesilecek hayvan kalmadığı iddialarına karşılık kesilmiş et ve canlı hayvan ithalatına sıfır gümrük vergisiyle destek yapılmıştır. Yüz binlerce canlı hayvan ve binlerce ton kesilmiş et ülkemize getirilerek hayvancılığımız sıkıntıya sokulmuştur. Her kur hareketliliğinde, yastık altı ve döviz bozdurma hatırlatılarak meydanlarda döviz yakma komedileri oynadık. Hiçbiri krize çare olmadı, kriz derinleşti. Bir taraftan kur, bir taraftan faiz artmaya devam edince Türkiye kaçınılmaz olarak maliyet ve enflasyon sarmalına girdi. Enerji ve ithal ara malların iç piyasa fiyatlarındaki artış enflasyonu; enflasyon da fiyatları arttırmaya devam etti. Fiyatların ve kurun nerede duracağını öngörmek artık mümkün değil.”
“Bir tek işletmemizi kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaya hakkımız yoktur”
Altıntaş, Türkiye’nin, küçük işletmeler cenneti olduğunu ifade ederek şunları söyledi “1-9 arasında işçi çalıştıran işletme sayısı yaklaşık 1milyon 700 bindir. Bu işletmelerde çalışan işçi sayısı 4,5 milyonun üzerindedir. Tarımda 50 kilogram ve altında süt üreten işletme sayısı yaklaşık 1 milyon 100 bindir. Bu iki kesimde çalışan işçi ve iş yeri sahipleri, aileleriyle birlikte toplam nüfusumuzun yaklaşık yüzde yirmi beşini oluşturmaktadır. Ekonomideki bu dalgalanma devam ettikçe bu işletmeler kapanma, buralarda çalışanlar da işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bizim ülke olarak bir tek insanımızı işsiz, bir tek işletmemizi kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaya hakkımız yoktur. Bunları korumak ve yaşatmak zorundayız. Demokratik toplumlar sadece siyasi partilerden değil, sivil toplum kuruluşlarından da oluşmaktadır. Bu STK’ların ana omurgasını demokratik kitle örgütleri oluşturmaktadır. Tüccarların, sanayicilerin, esnafın, çiftçilerin, işçi ve memurların örgütlü üst birliklerinin başkan ve yöneticileri, temsil ettikleri kitlenin hak ve menfaatini korumak yerine uzun dönemli görev süreleri nedeniyle bu kurumlardaki şahsi varlıklarını sürdürmeye odaklanmış durumdadır. Bu krizi atlatmak için başta siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere toplum tüm katmanlarıyla yeniden yapılanmak zorundadır. Çağdaş ve demokratik bir devletin vazgeçilmezi yönetebilen demokrasi, siyasette ve ekonomide yapısal istikrardır. Bunun yolu da iyi işleyen çağdaş partilerdir. Sonuç olarak çağın devletini çağın partisi kurar ve yönetir. Demokratik sistemde, toplum ve devlet çekişmesini siyasi partiler ortadan kaldırır. Demokrasiyi ahlak ve etik kurallar üzerinden kurumlar ve kurallar rejimi haline getirmeliyiz. İktidar ile itibar arasındaki ince çizgiyi korumalıyız. İktidar ve muhalefet ilişkisinin dengeli bir altyapıya kavuşması, siyasi partilerin kurumsallaşmasına bağlıdır. Demokratik sistemin başarısı, iyi hazırlanmış bir anayasa kadar iyi örgütlenmiş siyasi partilere de bağlıdır. Sonuç olarak kriz, Türk milletinin kaderi değildir. Kötü yönetim sebep, enflasyon sonuçtur. Sürekli krizle yaşamamak için toplumla devlet arasında hak ve özgürlükler temelinde uzlaşma sağlanmalıdır. Kurumlar ve bireyler yıpratılmadan demokratik, sosyal ve laik hukuk devleti ilkelerine bağlı politikalar oluşturulmalıdır.” Cengiz GÜNER

