
Kendini kainatın en akıllısı, en üstünü, en güçlüsü gören insanlık çeşitli salgın hastalıklarla mücadele etmiş zaman zaman çaresizliğine yenik düşmüş ve bu salgın hastalıklar korkulu rüyası haline gelmiştir. Öyle ki bugün teknolojiden hayatımızın her alanında nasiplenip bilgisayarları bile cebimizde taşırken, uzayı keşfetmeye çalışırken karşımıza çıkan Covid-19 salgınıyla birlikte yine yeniden çaresiziz.
Tarih boyunca insanlık çeşitli salgın hastalıkların pençesine düştü. Kirli sulardan yayılan Kolera, hayvan kaynaklı hastalıklar Veba, Ebola, Kuş Gribi, SARS, Domuz Gribi gibi salgın hastalıklara şimdi de hepimizin yakından şahit olduğu Koronavirüs salgını eklendi. Uygarlık tarihinin seyrini değiştiren bu salgın hastalıkların ortaya çıkmasının en büyük nedeni biyoçeşitlilikte meydana gelen azalmalar.
Biyoçeşitlilik, su kaynaklı ve kara yaşam alanlarının bulundurduğu her türden, çeşitli canlı organizmaların tamamına denir. Biyoçeşitliliğin salgın hastalıkların oluşumunda önemli bir yer tutmasının sebebi ise canlı türlerinin güttüğü farklı görevlerdir. Biyoçeşitliliğin, dünyaya sağladığı yararlar, iklim değişikliği riskini azaltmak, polenleşme, erozyon, sel gibi engellenebilir ya da etkisi azaltılabilir olaylarda rol alır. Her tür organizmanın ekosistemde farklı bir görevi olduğu için ekosistemdeki biyoçeşitliliğin azalmasıyla doğanın dengesi bozulur.
Mükemmel yaratılan kainatta ormanları yok ettik, suları kirlettik, ekosistemi tahrip ettik ve iklim değişiklikleriyle hayat döngüsü olumsuz yönde etkilendi. Geçtiğimiz son on yıl biyoçeşitlilik zenginliği açısından oldukça yıpratıcı oldu.
Parçalanan ekosistemler, illegal hayvan ticareti, madencilik, iklim değişikliği, kirlilik, aşırı artan insan nüfusu, büyük bir tarım alanında tek tip ekin yetiştirilmesi yani monokültür, yüzyıllardır sağlığımızı tehdit eden salgın hastalıkların artmasında ve biyoçeşitliliğin azalmasında en büyük rol oynayan sorunlar arasında sayılabilir.
İnsanoğlu, hayvanların yaşam alanları ihlal ettikçe ekosistem parçalanıyor. Mesela geçtiğimiz yıl içinde meydana gelen Avustralya'daki orman yangınında Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yapılan açıklamaya göre 1,25 milyardan fazla hayvan hayatını kaybetti.
Biyoçeşitliliğin bu denli zarar gördüğü 240 gün süren Avustralya orman yangınında hayatını kaybeden canlılarla beraber çoğu canlı da göçe zorlandı. Hayvanların yaşam alanlarını yani evleri yandığı için vahşi hayvanlar insanların yaşam alanına yayılmak zorunda kaldılar.
Biyoçeşitlilik açısından çok zengin olan ada ülkesi Avustralya’da yalnızca orada yaşamını sürdüren bir milyar canlının nesli de tükendiği tahmin edilmekte.
Ancak son 2 yıl içinde meydana gelen mega kapsamlı tek yangın maalesef Avustralya değil, Dünyanın akciğeri olarak kabul gören Amazon ormanlarında bir yıl içinde 72 bin yangın meydana geldi. Yangınların sonucu olarak salgılanan sera gazları ise küresel ısınmanın artmasında göz ardı edilemez bir yer aldı. Meydana gelen bu yangınlar, hem hayvanların yaşam alanlarını tahrip etmekte hem de oksijenin azalmasına sebep olmakta. Bununla birlikte göçe zorlanan canlıların habitatları yani yaşam alanları birbirine girer. Normal şartlarda farklı yaşam alanlarında hayatlarını sürdüren canlıların habitatlarının yakılmasıyla beraber zorunlu göç hareketleri ve patojen transferi (hastalık yapan mikroorganizmaların canlı türleri arasında değişimi) yaşanabilir. Bu değişim esnasında patojenlerin genetik yapısı mutasyona uğrar. Ya da değişen ekolojik koşullarla birlikte besin zincirinde değişimler olabilir. Bu değişimlerde bazı canlı türlerinin o bölgede sayısı azalır veya artar. Örneğin azalan yılan popülasyonu ile beraberinde artan fare popülasyonu. Patojen ve benzeri hastalık yayan organizmalara konakçı olmasıyla bilinen fareler, hastalık yaymaya başlar.
Fareler yüzünden insanlık çok fazla salgın hastalıkla mücadele etmiştir. Mesela iki asır süren Jüstinyen Vebası! Farelerin tüyleri arasına saklanan milimetrik uçucu böceklerle taşınan veba, insanları ısırarak birkaç gün içine ölmelerine sebep olmuştu. Tarihin en ölümcül
salgınlarından biri olarak kabul edilen Jüstinyen Vebası günümüz uzmanlarının söylediğine göre yaklaşık 100 milyon insanın ölümüne sebep oldu. İstanbul’u o zamanki adıyla Konstantinopolis’i de etkisi altına alan veba, şehri karantinaya aldırmıştı. Konstantinapolun karantina altına alınmasına rağmen azalmayan hatta git gide artan hasta sayılarının sebebi de hastalığın kaynağı fareler olmuştur. Şehrin her yerine yayılan fareler ile birlikte dönemin imparatoru olan ve de salgına ismini veren Jüstinyen’i de etkisi altına almıştı. Salgın o denli yayılmıştı ki vebadan vefat eden hastaları gömecek yer bulunamıyordu bu sebeple de vefat eden hastalar denize atıldılar. Salgın kendiliğinde yok olana dek Konstantinopolun nüfusunun %40’ını öldürdü.
Salgın hastalıklar modern tıp dünyasının gelişiminde önemli bir yer tutar. Buna örnek olarak 3. Veba salgının ortaya çıkmasıyla beraberinde antibiyotiklerin kullanımı başladığı bilinmektedir.
Dünyamızı birlikte paylaştığımız canlıların yaşam alanlarını tahrip etmekten ziyade her tür canlının yuvasına saygı duyarak yaşamaktan başka bir çözüm yok gibi görünüyor.

