
Böylesi sorulara verilen klasik bir cevap vardır; hepimizin duyduğu veya söylediği: “Vallahi ben kirletmedim!” Bu soruya da biraz şaka yollu böyle cevap verenler olabilir ama işin gerçeği, tabii ki bu çok önemli ve hepimizi tedirgin eden gelişmeyi böyle diyerek geçiştiremeyiz.
Marmara Denizi’nde su yüzeyini ve derinlerini saran "Deniz salyası" olarak adlandırılan müsilaj tehlikesi giderek büyüyor. Bu konuda birçok kişi konuşuyor ve haber kanalları giderek daha çok zaman ayırmaya başladı.
Bu konu gündemdeyken, önceki gün de 5 Haziran Dünya Çevre Günü olunca ben de bir yazı yazmak istedim. Hepimizin malumu olduğu için Marmara’daki olayı uzun uzun yazacak değilim. Bunun ne kadar önemli olduğu herkesin dikkatini çekmeye başladı ve gündeme de üst düzeyde girdi.
Elbette kendi fikrimi de söyleyip bu kirlenmenin sorumlusunun kim ya da kimler olduğu konusuna değineceğim ama öncelikle, en üst düzeyde bu anlamda sorumlulukları üstlenen icranın başında bulunan, yıllarca bakanlık yapan TBMM İklim Araştırma Komisyonu Başkanı ve Ak Parti Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlu’nun açıklamalarına yer vermek istiyorum. Çünkü benim bu kirlenmeyle ilgili olarak yazacaklarımda bu Bakan’ımızın da ismi geçecek.
Veysel Eroğlu, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununa ilişkin açıklamada bulundu. Eroğlu, azot ve fosfor konsantrasyonunun artması neticesinde Marmara Denizi’nde alg patlaması yaşandığını belirterek, “Yaşanan bu alg patlaması neticesinde fitoplankton, algler jelatimsi bir salgı üretmekte. Oluşan bu jelatimsi salgı deniz salyası veya müsilaj olarak adlandırılıyor. İkinci sebep sanayiden kaynaklanıyor” dedi ve daha birçok neden saydı…
İşin bana göre püf noktası burada; yani bu kirlenmenin neden ve nasıl olduğu belli. O halde akıllara şu soru gelmez mi? “Peki kardeşim yıllardır oluşan bu tehlikeyi hiç mi görmediniz de tedbirlerinizi almadınız?”
Maalesef görülmemiş; görülmüş ama ihmal edilmiş veya sorun ertelenmiş. Şimdi burada direkt olarak, bu konulardan sorumlu bakanlıklarda bulunmuş Veysel Eroğlu’na yüklenebilir miyiz? Bence hayır. Direkt suçlayabileceğimiz kişiler bu kirlenmeyi fark etmesi gereken en alttan başlayan ve yukarıya kadar müsteşarlara, bugünkü bakan yardımcılarına kadar giden, teknik kadro ve bürokrat silsilesidir. Bakın bugün Bakan tehlikeyi yakından görünce (Tabii ki çok geç) neden olduğunu ve sebeplerini nasıl takır takır sayıyor; ne yapılması gerektiğini söylüyor. Bu tehlike ve bugünkü durum yıllar önce Veysel Eroğlu’na anlatılmış olsaydı ya da iyi anlatılsaydı böyle mi olurdu, diye düşünüyorum. “Anlatılmadığını nereden biliyorsun?” diyenleriniz olabilir. Böyle diyenlere de şunu derim:” Hiyerarşik yönden sorunların üst makamlara nasıl anlatıldığını ve nasıl davranıldığını yıllar içinde az çok öğrendik. Ya ‘şimdi kendimize iş çıkarmayalım’ diyerek işler görmezden geliniyor ya da anlatılınca ‘siz halledin o zaman deniyor’ ki o durumda da işlerin savsaklandığını çok gördük” Ama tabii ki endirekt olarak Bakan Eroğlu da işin bu noktaya gelmesinden sorumludur…
Tekrar başa dönersek; yukarıda saydığım ve bürokrat silsilesi olarak dile getirdiğim bu kirlenmenin sorumluluğunda, Marmara Denizi’ne kıyısı olan beldelerin yerel yönetimlerinin de payı olduğunu düşünüyorum. Gelen tehlikeye karşı, kanunları uygulamak ve kamuoyu oluşturmak da onların işi… Çünkü bazen öyle oluyor ki; çok büyük tepkiler oluncaya, basında ve sosyal medyada dile getirilinceye kadar, birçok önemli problemden karar verici iradelerin haberi olmuyor. (Buna hem yerel hem genel birçok örnek verebilirim)
Son söz; siz yetkililer, lütfen yaşanan ve yaşanması muhtemel problemleri üst makamlara mutlaka AYRINTILI olarak anlatın. Siz de üst makamlar, lütfen size getirilen sorunlara kulak tıkamayın, ötelemeyin ve de mutlak surette çok sıkı şekilde takibini yapın…

