
DEHŞET
Tasavvufi anlamda dehşet, Allah âşığı sûfînin sevgilisinin heybetiyle karşılaşarak aklının başından gitmesi manasında kullanılır. Bu halin etkisiyle ne yapacağını bilemez. Dehşet hali sufinin aklının ve sabrının önüne geçerek idrakinin kaybolmasına sebep olur. Hakk’a olan sevgisi onu sabırsızlığa iterken marifet içinde adeta kaybolur.
Sufiler dehşet haline tefekkür ve marifet sonucunda ulaşılacağını söylemişlerdir. Cüneydi Bağdadiye göre dehşet tasavvufî hallerin en değerlilerindendir. Çünkü düşünce tevhidin son mertebesinde hayret ve dehşete ulaşır. Şu hâlde tevhid konusunda aklın ulaşabildiği en son nokta dehşettir. Ebû Bekir eş-Şiblî de tasavvufu “dehşetli bir ateş” olarak tarif etmiştir.
Dehşet haline bürünen salik meczup hükmünde olduğundan dini yükümlülükleri yerine getiremez. Bu hal sebebiyle mazur görülse de genel anlamda sufilerce dehşet hali sülükte bir eksiklik olarak görülür.
Herevi, dehşet halini Hz.Yusuf as güzelliği karşısında şaşkınlığa düşen kadınların durumuna benzetir. Ona göre dehşetin üç aşaması vardır. Birincisinde salik ilmen olamayacağını bildiği şeylerin vecd ve dehşet halinin etkisiyle mümkün olabileceğini düşünür. İkincisinde salik bir olan Allah karşısında her şeyin yok olduğunu müşahede etmesiyle dehşete düşer. Üçüncüsünde ise salik Haktan gelen feyz ve nurun sebebiyle dehşete düşer.
Kaşani bu durumu şöyle açıklamaktadır: "Muhib daha evvel Hak'tan kendisine peyderpey gelen feyz ve nur dalgalarına tahammül etmekte ve herhangi bir hayret hali yaşamamakta idi. Ancak ilahi inayet ve cezbe, muhibbi mahbubuna yaklaştırınca, nur ve feyz artmaya başlar ve onu ilahi nurların kaynağına ulaştırarak kaynakla birleşmesini sağlar. Muhib, nurun kaynağıyla birleşince oradaki nur dalgası coşarak onu bütünüyle kaplar. Burada gerek ilahi nur denizinin büyüklüğünün gerekse Hakk'ın veçhinin nurunun müşahedesi, muhibbi dehşete düşürerek kendinden geçmesine neden olur.”

