Güzel Bakmak mı Güzel Görmek mi?

İnsan, fıtratı gereği sosyal bir varlıktır ve çevresiyle sürekli bir etkileşim halindedir. “Kim bilir, belki de hep güzel baktığımız için insanların gerçek yüzünü göremiyoruz” sözü, insan ilişkilerindeki algı ve yanılgılar üzerine derin bir sorgulama içerir.
Bu söz, sosyolojik, psikolojik ve tasavvufi perspektiflerden incelendiğinde, bireyin kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişkilerin çok katmanlı doğasına ışık tutar.
Sosyoloji, bireyin toplum içindeki yerini ve toplumla olan ilişkisini inceler. Bu bağlamda, ‘güzel bakmak’ kavramı toplumsal normlar, değerler ve kültürel kodlarla ilişkilendirilebilir.
Bireyler, genellikle ‘iyi niyet’ ve ‘hoşgörü’ gibi erdemler doğrultusunda yetiştiriliyor. Bu tür değerler, insanların çevresindeki bireyleri olumlu bir şekilde algılamasına neden olabiliyor. Ancak, toplumsal normlar, bireylerin ‘gerçek yüzlerini’ sorgulamayı engelleyebiliyor. Çünkü bireylerin maskeler takması, roller üstlenmesi ve kendilerini olduğundan farklı göstermesi, toplumlarda oldukça yaygın olarak görülüyor.
Bu durum, sosyolog Erving Goffman’ın ‘Gündelik Yaşamda Benlik Sunumu’ kuramıyla da açıklanabilir. Goffman’a göre bireyler, sosyal yaşamlarında bir sahnede oyun oynayan aktörler gibidir ve farklı ortamlarda farklı maskeler takarlar. Dolayısıyla, insanlar birbirlerinin ‘gerçek yüzlerini’ görmekte zorlanabilir; çünkü gördükleri genellikle toplumsal rollerin bir yansımasıdır.
Psikolojik açıdan, insanların diğerlerine ‘güzel bakma’ eğilimi, bireyin algısal ve duygusal yapısıyla ilişkilidir. Pozitif psikoloji alanında yapılan çalışmalar, bireylerin çevresindeki olayları ve insanları olumlu bir şekilde yorumlama eğiliminin, mutluluk ve yaşam doyumu üzerinde olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Ancak bu ‘olumlu yanlılık’ bazen bireylerin çevresindeki olumsuzlukları fark etmesini engelleyebilir.
Örneğin, ‘güzel bakmak’ bazen savunma mekanizmalarıyla ilişkilendirilebilir. İnsanlar, hayal kırıklığına uğramaktan veya güvensizlik hissetmekten kaçınmak için çevresindekilere güzel bakmayı tercih edebilir. Bu durum, psikolojide ‘bilişsel çarpıtma’ olarak bilinen fenomenle açıklanabilir. Özellikle aşırı iyimser bireylerde, insanların kötü niyetli davranışları göz ardı edilebilir veya görmezden gelinebilir.
Ayrıca, bireyin ‘gerçek yüzleri’ görememesi, kendi algısal filtreleriyle de ilişkilidir. Carl Jung‘un ‘Gölge Arketipi’ kuramına göre, bireyler kendi bilinçdışındaki karanlık tarafları kabul etmedikçe, başkalarının karanlık yönlerini de göremez. Bu bağlamda ‘güzel bakmak’ hem bireyin kendi gölgesiyle yüzleşmekten kaçınmasını hem de diğerlerinin maskelerini sorgulamamasını temsil edebilir.
İnsanın kendini ve Yaradan’ı tanıma yolculuğuna odaklanan tasavvufi öğretilerde ‘güzel bakmak’ fiili ‘hüsnüzan’ olarak tanımlanır ve önemli bir erdem olarak kabul edilir. Hüsnüzan, insanlara ve olaylara karşı olumlu bir bakış açısı geliştirmeyi içerir. Ancak tasavvuf, aynı zamanda ‘basiret’ yani gerçeği görme ve hakikati idrak etme kavramını da vurgular. Bu nedenle, güzel bakmak ile gerçek yüzleri görebilmek arasında bir denge kurulması gerektiği savunulur.
Tasavvufun temel ilkelerinden biri olan ‘tefekkür’ bireyin kendi nefsini sorgulamasını ve başkalarının maskelerinin ötesini görebilmesini sağlar. Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Ne görürsen kendinde gör” sözü, bu bağlamda değerlendirilebilir.
İnsanların gerçek yüzlerini görememe durumu, aslında bireyin kendi içsel yolculuğundaki eksikliklerden kaynaklanabilir. Tasavvuf, bireyin kendi içindeki hakikate ulaşmasını ve bu hakikat ışığında diğerlerini de daha net görmesini teşvik eder.
Bu vesileyle hatırlatayım ki; sevap olan da güzele bakmak değil, güzel bakmaktır.
Velhasıl, bizi buraya kadar getiren söz, bireyin algı dünyası ve sosyal ilişkilerindeki karmaşıklığı gözler önüne serer.
Sosyolojik açıdan toplumsal roller ve normlar, psikolojik açıdan algısal filtreler ve savunma mekanizmaları, tasavvufi açıdan ise bireyin kendi içsel hakikatini arayışı, bu durumu açıklamaya yardımcı olabilir.
Gerçek yüzleri görebilmek, sadece diğer insanları sorgulamakla değil, aynı zamanda kendi algılarımızı ve niyetlerimizi sorgulamakla mümkündür. Hakikati bulma yolculuğunda, güzel bakmak bir erdem olsa da hakikati görebilmek için basiret ve tefekkür gereklidir.