İBN SİNA’NIN MUTLULUK ANLAYIŞI
İnsan yaratıldığından beri en yüksek mutluluğun peşinde olagelmiştir. İlk insan Hz.Adem ve eşi Hz. Havva, bizlerin tasavvur edemediği cennettin tarifsiz güzelliğini yaşayınca oradan ayrılmak istememiş ve böylece şeytanın sonsuzluk vaat eden vesvesesi ile yasak edilen ağaçtan yemiştir. İşte insanın mutluluğu arayış serüveni böylece başlamış oldu. İnsanın Nefs-ruh-kalp üçgeninde kendini arayışları sürse de her biri ilk hilkatteki halinden çok uzaklarda olduğundan belki de farklı tanımların peşinde koşuyoruz. Yine de ruhunda en yükseğin bilgisini taşıyan insanın günümüz argümanlarıyla sonsuz doyuma ulaşması güç gözüküyor.
İbn Sina’ya göre mutluluğun ne olduğunu anlayabilmek için insan nedir sorusuna cevap bulmak gerekiyor. İnsanın manevi yönü yani duygu, düşünceleri ve sahip olduğu varlıkların şartları mutluluk ile bağlantılıdır. İyilik ile mutluluk kavramının bağlantılı olduğunu düşünen İbn Sina, insanın kâinat ve Allah ile olan ilişkisine dikkat çeker. Ona göre hiçbir şey öylesine yaratılmamıştır ve insan bu yaratılmış olanlar üzerinde tefekkür ederek kendi özüne yönelmelidir. Yani akıl ile bu bilgileri düşünmelidir çünkü insan en şerefli varlıktır.
İbn Sina en büyük akıl ve en yüce sevgi olarak Allah’ı görür. Ve doğru bir aklın iman ile elde edilebileceğini savunur. İmanı aklı tamamlayan bir şey olarak tanımlar. Aklın pratik ve teorik olmak üzere iki gücü olduğunu söyler. Pratik akıl nefsin düşünce ve arzularıyla bedeni harekete geçirir. Bu istekleri hayvani istekler olarak adlandırır. Teorik akıl ise bedenden elde ettiği bilgileri hazsal yönde kullanmaz çünkü bu akıl ilahi bilgiye ulaşma aracıdır.
Tasavvufta da aklı cüz’ü aklı küll olan Allah’a teslim ederek yakınlığı elde etme yolları anlatılmıştır. Seyri Sülük adı verilen yolculukla kendi özündeki bilgiye ulaşmak isteyen kişiler, nefislerinin kötü huylarından arınıp, temiz bir kalbe ulaştıktan sonra Hakikatin bilgine ulaşabilirler. Nefsine uyarak yaşayan bir insanın sahip olduğu aklın, sadece dünya işlerini anlamaya yetebileceğini bu sebepten iman yani kalple anlaşabilecek olan aklın ardına düşülmesini tavsiye ederler.
İbn Sina akıl ve imanı dengeleyebilen insanlar mutluluğu bulurlar der çünkü ona göre mutluluk Allah’a yakın olmaktır. Her şeyi Allah ile ilişkilendirdiği için hiçbir şeyi kötü olarak yorumlamaz, hâkim olanın hayır(iyilik) olduğunu savunur. Ve insanın varlığın temel vasfı olan iyiliğe ulaşması için Allah her türlü imkânı sağlamıştır. Lakin dış etkenler ve insanların etkisi kötülüğü ortaya çıkaran şeylere sebep olurlar. Olayları sebep sonuç ilişkisi bağlamında değerlendirir ve kötülüğü yine insanın kendi içinde ve eksikliğinde araması gerektiğine işaret eder.
Bu bilgiyi kitabımız Kuran’ı Kerim ile değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan şu ayetler de bize kötülüğün nerede olduğunu açıklar. Yusuf suresi 53. Ayet: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü rabbimin merhamet ettiği hariç nefis aşırı derece kötülüğü emreder.” Bir diğer ayet ise Nisa Suresi 79.ayet : “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.”
Belki de doymak bilmeyen nefislerimiz ile artık göremez olmuşuzdur. Israrla görmeyi ret edişimiz sebebiyle kalbimiz, gözümüz, dilimiz, kulaklarımız gerçeğe karşı mühürlenmiştir. Sadece kendi çıkarlarımızı düşünerek peşinden koştuğumuz şu dünya denilen yerde mutluluk sandığımız para, kariyer, mal-mülk, eğlence, adını aile sandığımız yüzeysel birlikteliklerin mutluluk ile hiç alakası yoktur. Belki de mutluluk duyularımızın algılayamadığı çok uzak bir yerde ona doğru yürümemizi bekliyordur. Satın alınan değil de kazanılan bir şeydir. Belki de İbn Sina’nın dediği gibi mutluluk yolun sonundadır. Kim bilir, insan denilen varlık gerçek mutluluğun ne olduğunu anlasın diye yaratıldı belki de. Acaba yolda mıyız? Peki ya mutluluk? Siz ne dersiniz?