
AHFÂ
Lügatte, gizlinin de gizlisi, en gizli, idrâk edilmesi güç olan sırr manasına gelir. Yapılan zikirler neticesinde ahfâ mahallinde, biri siyah ve biri beyaz iki nur zuhur eder. Aslî kisvesine ait renklere bürünen ahfâ bedende kendiliğinden zikreder hâle gelir. Ahfâ lâtîfesi, göğsün tam orta kısmında ve diğer dört latifenin orta yerinde yer aldığı varsayılır. Rengi yeşildir. Emir âleminden olan lâtifelerin en son ve yüksek mertebesini “ahfâ” teşkil eder. Bu lâtîfeleri iç içe geçmiş bir çember olarak düşünürsek merkez noktayı “ahfâ” en dıştaki çemberi de “kalb” oluşturur. Bu lâtîfelerden “ahfa”nın bizzat Cenâb-ı Hak’la irtibatı mevcuttur.
En son makamdır. Hakkal yakînin hakikati ve vuslat-ı yârdır. Makamın, mertebenin, adeta düştüğü makamsızlık ve mertebesizlik yeridir. Her maksadın en mükemmeli, her bilginin övüleni, makamlar üstü bir makamdır. Bu makama kavuşmak şerefine erişen ruh, ruhların hepsinden daha lâtîf olur ki bu manalar çocuğunun ruhudur.
Ahfâ, Peygamberimizin (s.a.v) kademi altındadır. Bu makama ulaşan sâlik, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanır. Ahfâ lâtîfesi, letâif-i hamsenin sonuncusu, özün özüdür. Bu makama çıkan sâlik için belki lâtîfeler bitmiştir ama Allah’a giden yol ve yolculuk henüz bitmemiştir. Çünkü Allah Kuran’ı Kerim’de: “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb’ine ibadet et.” (Hicr 15/99) buyurmaktadır. Dolayısıyla sâlikin mânevî yolculuğu letâifin bitmesiyle değil, ölüm gelinceye kadar devam etmektedir.

