TEVFİZNAME 13.BENT…
Mü’min işi renk olmaz
Âkil huyu cenk olmaz
Ârif dili tenk olmaz
Mevlâ görelim n’eyler
N’eylerse güzel eyler
Bazen kaza iplerini geçirir boynumuza da nereye gideceğimizi bilmez halde yürür dururuz. Ne boynumuzdan ipi çıkarmaya gücümüz yeter ne iple yürümeye. Öylece bir hengamenin ortasında buluveririz kendimizi. İpi gevşetmeye çalıştıkça nefesimiz kesilir, boğazımız düğümlenir. Sanki zamanın ve mekanın sahibinin dur! İhtarı iliklerimize kadar işler.
Görmek için gözün yetmediği olaylar vuku bulur kimi. İşte o anlarda durmak ve düşünmek gerekir. Bir an da olsa kendinden sıyrılıp “kendine” bakabilmen için kaoslar oluşur gittiğin yerlerde. Kimi akıl ve kalp birbiriyle kavgaya tutuşur. Biri bir tarafa diğeri öbür tarafa götürmek ister seni. Hepsinin de kendine has yolu var.
Çünkü “var” olma, ipin kontrolünü elinde tutma isteği mutlak gücün karşısında ve işleyişindeki acizliğimizi yüzümüze vurmak için var gücüyle taarruza geçer. Vakt olur ki sanki geçip gitmez, yüreğini ha bire sıkar. İşleyişin düzenine müdahale edenlerin kendi düzenleri bozulur.Sabır ok’u dört bir yandan canla kavuşmaya koşar ; var olduğunu sandığın ne varsa imtihan sırrına boyanır.
Mümin kişi kendi dünyasını güzelleştirmek için başkasının dünyasını karartmaz. Zira dünya onun için hasadını ahirette yapacağı bir tarla hükmündedir.İstediğini elde etmek için hile ve aldatmaya baş vurarak amaçlarına ulaşmayı değil elinden geleni yaptıktan sonra teslim olma kalesine sığınarak hem kalbini hem de mümin kardeşinin kalbini fesattan korumaya çalışır.
Bilir ki Rabbi onun için en güzelini en iyisini bilir. Ve yine bilir ki Dünya rahatlık yurdu değil, imtihan yurdudur. Elbet herşey geçip gider bu fani hayatta. Ne gam baki ne dem baki! Mevlâ görelim n’eyler, N’eylerse güzel eyler .
***
Mesnevi’den bir hikaye…
Evin hanımı nohut pişirmek ister. Nohut tencerede kaynamaya başlayınca, sıçramaya, tencereden kaçmaya başlar. Hanıma: “Neden beni ateşe atıp, kaynatıyorsun… Mademki para verip aldın, şimdi neden beni bu hallere uğratıyorsun” der. Yemeği pişiren hanım da nohuda kaşıkla vurup der ki: “Yok, güzelce kayna, sakın tencereden kaçmaya kalkma. Seni sevmediğimden veya senden hoşlanmadığımdan kaynatmıyorum. Lezzet kazan, tatlan, güzel bir yemek ol, bizim canımıza karış diye kaynatıyorum. Bu ateş sana eziyet etmek için değil. Çünkü ateş görmemiş, ham kalmış, kaynamamış şeyler lezzetsiz olur.” der.
Nohut, bu sözleri duyunca, “Madem ki böyle hanımcığım, güzel güzel kaynarım, sen artık kepçeyle vursan da kaçmam.” der.
Hikayenin sonunda Hz. Mevlana: “İnsan da beden tenceresinde, kızgın ateşte kaynayan nohut gibi acılarla, dertlerle, kederle pişer, olgunlaşır. Allah’ın rahmeti, kahrından fazladır. Bu yüzden de insanı belalara uğratması, dert vermesi onun lutfundandır, rahmetindendir” der.