
Yunus Emre 13. Yüzyıl ile 14. Asrın ilk çeyreğinde yaşamış dost gönüllü, hakikate teşne bir mana eridir. Bir rivayete göre Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de doğup büyümüştür. Vakit, sancılı bir döneme denk geldiği bir an’dadır. Moğol saldırıları ile yapılan zulümler bir yanda Babailer ayaklanması bir yanda halk yokluk içinde kıvranmakta, Anadolu karışıklık içindedir. Bir vakit Sarıköy bölgesinde kıtlık olunca buğday bulmak için yola çıkmış ve Hacı Bektaş Veli tekkesine gelerek buğday istemiştir. Yolda giderken eli boş gitmemek için alıç toplamış, huzura eli boş varmamıştır.
İnsanın Hz. Âdem’den bu yana buğday ile imtihan edileceği ötelerden bu zamanın zamansızlığına anlatıla gelmiş. Hakikati ilahi böyle ferman buyurmuş elbet. Önce buğday tanesi gibi yok olmadan filizlenilmiyor. Çeşitli imtihan ve sıkıntılarla yoğrulmadan tane samandan ayrılmıyor. Yunus Emre’m de rabbani cilveler gereği Hünkar Hacı Bektaşi Veli hazretlerinden buğday istiyor. Sana himmet verelim nidaları belki zahirde buğdaya galip gelmiş gibi görünse de batında yeni filizlenecek Yunus’un sesleri yankılanıyordu.
Buğdayı almış giderken birden pişmanlık duygusu ile ayılıp geri dönüyor dergâha lakin onun gönlünü açacak anahtar olan Taptuk Emre Hz.lerine gönderiliyor. Ve işte böylece Yunus Emre’nin yolculuğu başlıyor.
SEVGİ DİLİ
Yunus Emre’nin arı bir Türkçe ile yazdığı şiirlerde sevgi dilini kullanarak asırları aşan bir gönül bağı yolu oluşturduğu muhakkaktır. “ Gelün tanışuk idelüm, işün kolayın tutalım. Sevelüm sevilelüm, dünya kimseye kalmaz.” Şiiriyle adeta bizlere seslenerek şöyle der: Dinimizde emredilen kolaylaştırma yolu rehberliğinde ve birleştirici olan Allah aşkı şemsiyesi altında, bütün renk ve ırklardan azade ilahi bir davet altında gelin bir olalım. Sevgiyi vereni sevmekten öte nemiz var bu dünyada. Bırakalım gayrisini da birbirimizi sevelim, sevelim. Bu dünyada her şey fani değil mi? Misafir olduğumuz bu yerde birbirimizi kırmaya, üzmeye ne gerek var?
Hem bu dünyaya sevgi için gelmedik mi? Allah’ın sevgisine muhatap olan insan başka insanlara karşı kin, düşmanlık, bencilcilik edemez. Kendi nefsini murakabe haliyle birlikte Allah’ın sevgisini kaybetmemek üzere yaşar. Eşyada dahi Hakk’ın tecellilerini gördüğünden yaratılan canlı cansız her şeye karşı bir hürmet duygusu içinde olur. Velev ki Allah’ın nurumdan üflediğim dediği insana karşı sevgi dolu olmaması namümkündür.
Elif okuduk ötürü
Bazar eyledik götürü
Yaradılanı severiz
Yaradandan ötürü
Elif harfinin makamı cem (birlik) makamıdır. O bütün mertebelerin toplanış yeridir. Âlem bir noktadan ibarettir ve elif o noktaların bileşiğidir. 1’dir. O birlik denizinde kaybolan başka bir şeyi görmez olur. Sadece “O”. O denizin damlaları yağmur misali toprağa kavuşur, her bir damlası hayat olur. Ulaştığı her yer o denizden bir cüz taşır. Her ne varsa âlemde “O” güzeller güzelinin bir nişanıdır. Damlasını denize kavuşturanlar bilir ki baktığı her şey sevgilinin bıraktığı hakikate ulaştıran işaretlerdir. Böyledir işte, o yol işaretleri, canlılar, eşyalar, yerdeki küçük bir çakıl taşı dahi O’nun denizinin damlasıdır. Bunun farkına varınca etrafı sevgi bulutları sarar. Ve gönül nida eder:
“Yaradılanı severiz, yaradandan ötürü”
Yunus Emre, ilahi aşkın her şeyi kuşattığını ve bunun en güzel yansımasının da insan olduğunu söyler. İnsanın gönlü Hakk’ın tecellilerinin yansıdığı bir ayna gibidir. Bir diğer anlamda kişi kalbiyle Allah’ı tanıyabilir, sevebilir. Bir hadisi şerifte buyrulmuştur ki: “Yere göğe değil mümin kulumun kalbine sığdım.” Bu değeri gören Yunus’un dilinden şu sözler dökülüverir:
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Allah’ın kalbi ne kadar önemsediğini idrak edebilsek bırakın bir insanı bir hayvana dahi zararımız dokunursa halim ne olur diye düşünmekten titrerdik. Onu gücendirecek, üzecek bir şey yapmak yerine kendimizin üzülüyor olmasını yeğlerdik.
Biz kimseye kin tutmayız
Ağyar dahi dosttur bize
Sevgi insanı kuşatınca ortada ne kin kalır ne düşmanlık. Ne kimseye hased edebiliriz ne de düşmanlık. O güzelliğin ve sevginin içinde kaybolur, o güzelliği bilinçli bilinçsiz aktarır duruma geliriz. Birbirimizi sevmekten daha güzel bir şey olmadığını anlayabilsek keşke… Yara açan değil de yaraları saran olsak. Rengi, dili, dini ayırt etmeden ve dahi kendimizi de garanti altında görmeyerek, tüm insanların Allah’ın boyasıyla boyanmış olduğuna uyansak ve ayrı gayrı görmesek ne güzel bir yer olacak şu dünya.
Maalesef tam zıttı sevgi dilinin değil kavga ve öfke dilinin hâkim olduğu bir zamana denk geldik. İnsanlar Özgürlük adı altında gerek fiilen gerekse sosyal medya aracılığı ile birbirlerine akıl almaz hakaretler ediyorlar. Birliğe değil kutuplaşmaya rağbet var. Ama biliyorum hala sizin gibi sevgi dilinin değeri bilip onu korumaya çalışan insanlar var. Dünya döndükçe de var olacaktır. Ve sevginin zaferini getirende bu sayının çokluğu değil niteliği olacaktır. Yazımızı Yunus Emre şiiriyle, onun sevgiyle dolmuş gönlünden nağmeler ile son verelim.
Sevgiyle kalın dostlar…
İŞİTİN EY YARENLER
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer
Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumsak söylese sözü savaşa benzer
Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer
Ol sultan kapısında hazreti tapısında
Âşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer
Geç Yunus endişeden gerekse bu bişeden
Ere aşk gerek önden sonra dervişe benzer
Yaren: Dostlar
Ağu: Zehir
Tapu kılmak: Ululamak, hizmet etmek
Bişe: Orman, sazlık.